Zâhir ve bâtın ilimlerinde kâmil ve dört mezhebin de fıkıh bilgilerinde mâhir, veliy-yi kâmil idi. Rûh bilgilerinin mütehassısı idi. Binikiyüzseksenbir 1281 [m. 1865] senesinde Van vilâyetinin Başkale şehrinde tevellüd, 1362 [m. 1943] de, Eyyûbde Murtedâ efendi tekkesi câmi’i imâmı iken, Ankarada vefât etdi. Bağlumda medfûndur. Babası seyyid Mustafâ, seyyid Tâhâ-i Hakkârînin “kuddise sirruh” oğlu olan, seyyid Ubeydüllahın talebesi idi. Seyyid Mustafâ çok kâmil idi. Bunun babası, seyyid Muhyiddîndir. Onun babası, seyyid Muhammed, bunun babası da, seyyid Abdürrahmândır. İmâm-ı Alî Rızâ bin Mûsâ Kâzım soyundan olup, Seyyid oldukları, Irâkdaki şer’î mahkeme defterlerinde yazılı olduğu gibi, seyyid Abdülkâdir-i Geylânînin torunu olan seyyid Abdürrezzâkın mübârek el yazısı ile de tasdîk edilmiş olduğu, Van mebûsu İbrâhîm Arvâsın 1371 [m. 1952] de basdırdığı (Seyâhatnâme-i Kâsım-ı Bağdâdî) kitâbında yazılıdır.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “kuddise sirruh”, birkaç maddi bilgi çerçevesine sıkışmış kalmış olup, büyük âlimlerden ve bunların eserlerinden ve bilhassa, din-i islâmın, Beni İsrail Peygamberlerine “salevatullahi teâlâ aleyhim ecma’în” benzetilen, çok mikdarda ve çok yüksek âlimlerinden, velilerinden haberi olmıyan ve din bilgisi olarak, ana, babamızdan duyduğumuz, fakat etrafımızda esen fırtınaların yavaş yavaş uçurduğu az bir sermayeden başka hiçbir şeyi bulunmıyan bizlere, her biri, kıymetler, meziyyetler hazinesi ve se’âdet-i ebediyye kapısının anahtarı olan sayısız islâm kitâblarının isimlerini işittiren ve bunların, ruh hastalarına deva yazılarını okumak ve anlamak bahtiyarlığına kavuşduran ve Allahü teâlânın Türk milletine büyük ihsanı, kâfirlerin ve mürtedlerin yalan ve yaldızlı sözlerine aldanarak ebedi felâkete sürüklenen ma’sumların kurtarıcısı ve Allahü teâlânın varlığını, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” üstünlüğünü, imânın ve islâmın hakikatini, fikir hastalarına içirerek, gençliğe şifa sunan ruh mütehassısı ve kalbleri karartan, ecdadımızın mukaddes yolunu örten, küfür ve irtidad bulutlarının dağıtıcısı, serin sabah rüzgârı ve imân kaynaklarını tamamen örten, dinsizlik karanlığını ufuklardan sıyırıp dağıtan, ilim ve ma’rifet güneşi, dört mezhebin inceliklerine, evliyâlığın yüksekliklerine vakıf bir zât idi.

Yüksek tahsilini zamanın en büyük âlim ve evliyâsı Seyyid Fehim Arvâsî hazretlerinin huzurunda tamamladı. 1300 hicri sene başında ilm-i sarf, nahv, mantık, münazara, vadı', beyân, me’ânî, bedî', belâgat, kelâm, usul-i fıkıh, tefsir, tasavvuf, nush-i lil-müslimîn, iftâ-i a-lel-mezhebîn, ulûm-i hikemiyye, yani hikmet-i tabi’iyye (fizik, biyoloji), hikmet-i ilâhiyye, riyâziyye (yani matematik, geometri), hey’et (astronomi) gibi zâhir ilimlerde icazet (diploma) almış; tasavvufun Mücedidî, Kâdirî, Kübrevî, Sühreverdî ve Çeştî kısımlarından me’zun olmuştur. Başkale'de otuz yıl kadar tedris ve irşad ile meşgul oldu. Yani ders okuttu ve insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı.

Binüçyüzotuziki 1332 [m. 1914] senesi Receb-i şerîfi birinci günü, Rus askeri Başkal’aya bir saat mesafeye yaklaşınca, kadın, çocuk yetmiş kişilik yakınları ile, hicret ederek, Revandız, Erbil, Musul, Adana, Eskişehir ve nihayet binüçyüzotuzyedi 1337 [m. 1919] senesinde İstanbulda Eyyûb Sultân nâhiyesine geldiler. Önce çarşı içindeki (Yazılı medrese)ye yerleşdirildiler. Sonra, Gümüşsuyunda İdris köşkü civarındaki Murtedâ efendi mescidinin imâmlığına ta’yin olundu. Bu hicretinden evvel iki def’a hac etmişdir. Risâle büyüklüğünde müteaddid mektubları vardır. Mevlid okunmasının ve tesbih kullanmanın başlangıcı ve meşrû’iyyeti ve (Râbıtayı şerîfe) risâlesi ve islâm halifelerinin sonuncusu olan sultân Vahîdeddîn hân zamanında (Medrese-i mütehassısîn) denilen islâm üniversitesinde tasavvuf müderrisi [profesörü] iken yazdıkları (Erriyâd-ut-tasavvufiyye) kitâbı ve (Sahâbe-i kirâm) ve (Ecdâd-ı Peygamberî) risâleleri ve islâm hukûku isimli eserleri, Arabî, Fârisî ve Türkçe şiirleri pek kıymetlidir. Siyasete hiç karışmamış, siyasi fırkalara bağlanmamışdır. Bölücülüğe, tarikatçılığa karşı idi. Tekkelerin lağvı kanunu çıkdıkdan sonra, şeyhlik, mürîdlik uzerinde konuşduğu işitilmemişdir. Kanunlara uymakda çok titiz davranır, konuşmalarında da bunu tavsiye ederdi. Dini dünya çıkarlarına âlet eden yobazlara karşı Eyyûb Sultân, Fâtih, Bâyezîd, Bakırköy, Kadıköy, Beyoğlunda Ağa câmi’i şerîfleri kürsülerindeki konuşmaları, bunların iftiralarına sebeb oldu. Bunların tahriki ile [1362] Ramazanının onsekizinci ve [1943] Eylülünün onsekizinci Cumartesi günü İstanbuldan İzmire götürüldü. Meserret otelinde, sonra bir evde kaldı. Zilka’denin onuncu Pazartesi günü Ankaraya hareket ederek, Salı günü Ankarada, Hacı Bayram-ı Veli civarında, birader zadeleri seyyid Fârûk Işıkın evine geldi. Fârûkun evinde onsekiz gün hasta yatdı. 1362 Zilka’desi yirmidokuzuncu ve 1943 Kasım ayı yirmiyedinci Cumartesi günü, güneş doğmadan onsekiz dakika evvel, ezanî saat onikide ve zevalî saat altı buçukda âhırete intikal etdi. O gece hafif bir zelzele olmuşdu. O gün Keçiören nahiyesinde damadı İbrahimin evine nakil ve orada, gasl, techîz ve tekfîn ve namazı edâ edilip, Ankara şehrinin kuzeyinde ve şehre yirmidört kilometre kadar mesafede Bağluma defn edildiler. Namazında bulunmak, telkin vermek ve kabr-i şerîfine girmek vazifeleri Hüseyin Hilmi Işıka “rahmetullahi aleyh” nasib olmuşdur. Kabristan, Bağlumun batısında, hafif meyilli ve elli metre kadar mesafede olup, kabirleri, kabristanın kuzeydoğusundadır. Bağlum Mescidinin kapısı yanında, seyyid Burhaneddin Muşî hazretlerinin kabri vardır.

Üniversite mensubları, fen ve devlet adamları, çözülemez sandıkları güç bilgileri sormağa gelir, sohbetinde, dersinde, bir saat kadar oturunca, cevabını alırlardı. Teveccühünü, sevgisini kazananlar, sayısız kerâmetler görürdü. Çok mütevâzı’, pek alçak gönüllü idi. Ben dediği işitilmemişdi. “Bizler hesaba dahil değiliz. O büyüklerin yazılarını anlıyamayız. Ancak bereketlenmek için okuruz.” buyururdu. Halbuki, kendisi, bu bilgilerin mütehassısı idi.

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullahi aleyh” Îmân ve fıkıh bilgilerinden ve her meslekden, her fenden sorulanlara verdiği cevablar, dinleyenleri hayretde bırakırdı.

Din bilgilerinde derin âlim ve tasavvuf ma’rifetlerinde kâmil ve mükemmil olan, kerâmetler, hârikalar sâhibi seyyid Abdülhakîm efendinin yetişdirdiği din âlimlerinin en salâhiyetlisi, Hüseyin Hilmi Işık “rahmetullahi teâlâ aleyh” dir. Kendisi, 1929 dan 1362 [m. 1943] senesine kadar o büyük zâtdan ders almış, arabî ve fârisî tercümeler yaparak gençliğe hizmet için çalışmışdır.

Hüseyin Hilmi Işık’ın kayınpederi Yûsüf Ziyâ Akışık “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Karamürsel kumaş fabrikası müdürü idi. Yüzlerce gencin hidâyete kavuşmasına sebeb oldu. Seyyid Abdülhakîm efendinin sohbeti ve hizmeti ile şereflenmiş, teveccüh ve feyzlerine mazhar olmuş, derece-i kemâle vâsıl olmuşdur.

Seyyid Fehim Efendi “kuddise sirruh” insan-ı kâmil idi. Talebesinin en üstünü, veliy-yi kâmil seyyid Abdülhakîm Efendidir. 1300 yılı 17 Cemazil âhır [m. 1883 Nisan]da yazdıkları mektubda buyuruyor ki: “Sevdiğim, kıymetli seyyid İbrâhîm ve seyyid Tâhâ! Allahü teâlâ, ikinize de selâmet versin! Size çok dua etdikden sonra, bildiğiniz gibi, kardeşiniz seyyid molla Abdülhakîm geçen sonbaharda buraya gelmişdi. Ders okumağa başlamışdı. Bu fakir de, onun dersini gayet dikkat ile, tahkîk ederek anlatdım. O da, gerek dersde, gerek kendi çalışmalarında, öylece dikkat ve tahkîk eyledi. İlimden başka birşeye bakmasına vakit bırakmadım. Şimdi, zamanımızdaki usûle göre kitâbları bitirdi. Bu fakir, âlet ilimlerini ve fıkıh ve hadîs bilgilerini okutmak için, üstâdlarımdan nasıl me’zun oldu isem, onu da ben, öylece me’zun eyledim. Sizler, artık ona kardeş gözü ile bakmayınız. İlmin şerefini gözetmek için, ona karşı çok tevâzu’ gösteriniz! Bunları, sizin iyiliğiniz ve yükselmeniz için yazıyorum. Bundan başka, ilime karşı tevâzu’ göstermek, Allahu teâlâya tevâzu’ etmek demekdir. Bu kısa yazımdan, çok şeyler anlayınız! Esseyyid Fehim “rahime-hullahü teâlâ”.

İkinci mektubda buyuruyor ki: “Sevgili oğlum, gözümün nuru seyyid molla Abdülhakîm! Size, sonsuz dualarımı bildirdikden sonra arz edeyim ki, uzun zamandan beri sizden haber almadığım için, gönlüm çok üzülüyor. Allahü teâlâ her gizli şeyleri bilir. O şahiddir ki, kalbim hemen her zaman seninledir diyebilirim. Beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür, görünmez hallerinizi sık sık bildirmelisiniz! Böylece sevgi bağları oynatılmış olur. Eğer o, gözümün nuru, buradaki fakirlerden soracak olursa, Allahü teâlâya hamd ve şükürler olsun! Bedenimizin ve etrafımızın rahatı ve selâmeti günden güne artmakdadır. Hak teâlâ, biz fakirlerin ve bütün kardeşlerimizin kalblerine selâmet ihsan buyursun! Âmin.”

Seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh” mektublarında ve derslerinde: “Ba’de kitâbillah ve ba’de kitâb-ı Resulillah, efdal-i kütüb, Mektûbâtest.” buyururlardı. Ya’ni, Allahü teâlânın kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmden sonra ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîflerinin toplanması ile meydana gelmiş olan Buhârî kitâbından sonra, din-i islâmda yazılmış kitâbların en üstünü Mektûbâtdır. [Evliyâ-yı kirâmın vilâyetlerinin kemâlâtının ma’rifetlerini bildiren kitâbların en kıymetlisi, Celâleddin-i Rûmînin (Mesnevî)si olduğu gibi, hem vilâyet kemâlâtının ma’rifetlerini hem de nübüvvet kemâlâtının ma’rifetlerini ve inceliklerini bildiren kitâbların en kıymetlisi ve en üstünü İmâm-ı Rabbânî Ahmed Farûkînin (Mektûbât) kitâbıdır.]

Dört mezhebin inceliklerine vâkıf, derin âlim, veliy-yi-kâmil, seyyid Abdülhakîm efendi “kuddise sirruh” buyurdu ki, (Hanefî mezhebinde en mükemmel ve en kıymetli fıkıh kitâbı, İbni Âbidînin (Dürr-ül-muhtâr hâşiyesi)dir. Şâfi’îde (Tuhfetül-muhtâc) kitâbıdır. En mükemmel, en kıymetli tasavvuf kitâbı, İmâm-ı Rabbânînin (Mektûbât)ı ve en kıymetli ilmihâl de, Kâdî-zâdenin (Birgivî vasıyyetnâmesi) şerhidir. (Dürr-ül-muhtâr) kitâbı, Şemsüddîn Timûrtâşînin (Tenvîr-ül-ebsâr) kitâbının şerhidir.)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, İstanbulda, Bâyezîd umûmî kütübhânesi, şeyhul-islâm Veliyyüddîn efendi kısmında, binyediyüzaltı numaralı kitâbın 224.cü sahîfesinde diyor ki, “Kur’ân tercümesi, Kur’ân değildir. Çünki Kur’ân, ma’lûm mûciz olan nazımdır. Tercüme edilince, îcâzı zâil olmakdadır. Bir şiir tercüme edilince, şiir olmakdan çıkar.” Kitâb, imâm-ı Nevevînin (Ezkâr) kitâbının şerhidir.

Seyyid Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” (Eshâb-ı Kirâm) kitâbında buyuruyor ki, “Ictihâd, insan gücünün yetdiği kadar, ya’nî cehd ile zahmet çekerek çalışmak demekdir. Ya’nî, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde sarîh ve açık bildirilmemiş bulunan ahkâmı ve mes’eleleri, açık ve geniş anlatılmış mes’elelere benzeterek, meydâna çıkarmağa uğraşmakdır. Bunu ancak Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Onun Eshâbının hepsi ve diğer müslimânlardan ictihâd makâmına yükselenler yapabilir ki, bu çok yüksek insanlara, (Müctehid) denir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, ictihâd etmeği emr ediyor. O hâlde, ma’nâları açıkça anlaşılmayan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin derinliklerinde bulunan ahkâm-ı islâmiyyeyi ve mesâil-i dîniyyeyi, mefhûm ile ve delâlet ile anlıyabilen büyüklere, ya’nî mutlak müctehidlere, ictihâd etmek farzdır. Müctehid olmak için, arabî yüksek ilimleri tamâmen bilip, Kur’ân-ı kerîmi ezber bilmek, her âyet-i kerîmenin ma’nây-ı murâdîsini, ma’nây-ı işârîsini ve ma’nây-ı zımnî ve iltizâmîsini bilmek ve âyet-i kerîmelerin geldikleri zamânları ve gelme sebeblerini ve ne hakkında geldiklerini, küllî ve cüz’î olduklarını, nâsih veyâ mensûh olduklarını, mukayyed veyâ mutlak olduklarını ve kırâet-i seb’a ve aşereden ve kırâet-i şâzzeden nasıl çıkarıldıklarını bilmek, Kütüb-i sittedeki ve diğer hadîs kitâblarındaki, yüzbinlerce hadîsi ezberden bilmek ve her hadîsin ne zemân ve ne için îrâd buyurulduğunu ve ma’nâsının ne kadar genişlediğini ve hangi hadîsin diğerinden önce veyâ sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu hâdiseleri ve hangi vak’a ve hâdiseler üzerine buyurulduğunu ve kimler tarafından nakil ve rivâyet olunduğunu ve nakleden kimselerin ne hâlde ve ne ahlâkda olduklarını bilmek, fıkıh ilminin üsûl ve kâ’idelerini tanımak, oniki ilmi ve Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin işâretlerini, rumûzlarını ve açık ve kapalı ma’nâlarını kavramak ve bu ma’nâlar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli îmân sâhibi olmak ve itmînân ile dolu, nûrlu ve sâf bir kalbe ve vicdâna mâlik olmak lâzımdır.

Medreset-ül-mütehassısîn müderrislerinden, tasavvuf kürsîsi profesörü Seyyid Abdülhakîm Efendi “rahime-hullahü teâlâ”, derslerinde, câmi’lerde va’zlarında ve sohbetlerinde sık sık buyururdu ki, “Bir farzı, özrsüz olarak vaktinde yapmamak büyük günâhdır.” Vaktinden sonra hemen kazâ etmemenin de, dahâ büyük günâh olduğu, kitâblarda yazılıdır. (Farzın vakti geçdikden sonra, bu farzı yapacak kadar zemân içinde bu farz özrsüz olarak kazâ edilmezse, gecikdirme günâhı [6 dakîkada] bir misli artar. Bundan sonra, yine bu kadar zemân içinde kazâ etmezse, bir misli dahâ artar. Böylece, farzı yapacak kadar zemânların herbiri [ya’nî 6 dakîka] geçdikçe, günâhlar, katkat artarak, sayılamıyacak ve düşünülemiyecek kadar çoğalır.)

Tasavvufun, ta’rîfini, târîhini, mevzû’unu ve ıstılâhlarını gâyet vecîz olarak yazan (Er-rıyâd-ut-tasavvufiyye) kitâbında, tasavvufu ta’rîf ederken, “Tasavvuf, insanlık sıfatlarından çıkarak, melek sıfatları ile bezenmek ve ilâhî ahlâkı huy edinmekdir.” ve “Tasavvuf, kötü huyların hepsinden kurtulmak, iyi huyların hepsine kavuşmakdır.” buyurmaktadır.

Mürşid-i kâmil seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretlerinin Cum’a hutbesine başlarken, minberde söylediği türkçe hutbesi şöyle idi;

“Fırsat ganîmetdir. Ömrün tamâmını faydasız işlerle telef ve sarf etmemek lâzımdır. Belki bütün ömrü, Hak celle ve alânın rızâsına muvâfık ve mutâbık şeylere sarf etmek lâzım ve lâbüd [lâzım, gerekli] ve vâcib ve lâyıkdır. Beş vakit namâzlar, ta’dîl-i erkân ile, cem’ıyyet-i bâtın ve cemâ’at ile edâ edilmelidir. Ve teheccüd namâzlarını elden çıkarmamalı. Seher vakitlerini istiğfârsız geçirmemeli.Gaflet uykusuyla hoşlanmamalı, huzûz-ı âcile [dünyâ zevkleri] ile magrûr olmamalı [aldanmamalı]; tezekkür-i mevt [ölümü düşünmeli], ahvâl-i âhıreti [âhıret ahvâlini] göz önünde bulundurmalı. Umûr-ı gayr-i meşrû’a-yı dünyeviyyeden i’râz [harâm olan dünyâ işlerinden yüz çevirip], bâkî kalan âhıret işlerine ikbâl etmek lâzımdır. Lâzım ve zarûrî olan, dünyâ ma’îşeti işleri ile meşgûl olup, sâir vakitleri, âhıreti i’mâr etmekle meşgûl olmalı. Hâsıl-ı kelâm [sözün kısası], mâsivânın [Allahü teâlâdan gayri şeylerin] muhabbetinden korunmalı ve bedeni ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla süslemeli, onunla meşgûl olmalı. İşin hakîkati budur. Bundan gayri cümlesi hiçdir. Bâkî [devâmlı kalıcı] ahvâlimiz hayrlı olsun. Vesselâm.”

Abdülhakim Arvasi hazretlerinin kıymetli sözlerinden bazıları:

"Her peygamber, kendi zamânında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Muhammed “âleyhisselam” ise, her zamânda her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek, bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan Onun üstünde değildir. Bu olamayacak bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, Onu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın Onu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın Onu tenkit edecek iktidarı yoktur."

“Hak teâlânın hâkimliğini tanıdığınız, emâneti ve emniyyeti bozmayarak çalışdığınız zemân, birbirinizi ne kadar sevecek, ne kadar bağlı kardeşler olacaksınız. Sizin o kardeşliğinizden, Allahın merhameti, neler yaratacakdır. Kavuşduğunuz her ni’met, hep Hakka îmânın hâsıl etdiği kardeşliğin netîcesi ve Allahü teâlânın merhameti ve ihsânıdır. Gördüğünüz her musîbet ve felâket de, hep kızgınlığın, nefretin ve düşmanlığın netîcesidir.

“Hulâsa, insanlığı kaplayan sıkıntıların birinci sebebi, Hakka karşı şirk ve müşriklikdir. İlim ve fen, ilerledigi hâlde, insanlığın ufklarını sarmış olan fesâd karanlığı, hep şirkin, îmânsızlığın, vahdetsizligin ve sevişmezliğin netîcesidir. Beşeriyyet ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sevip sevilmedikçe, ızdırâb ve felâketden kurtulamaz. Hakkı tanımadıkça, Hakkı sevmedikçe, Hak teâlâyı hâkim bilip, Ona kulluk etmedikçe, insanlar, birbiri ile sevişemez. Hakdan ve Hak yolundan başka her ne düşünülse, hepsi ayrılık ve perîşanlık yoludur. Görmezmisiniz, câmi’e gidenler sevişir, meyhâneye gidenler döğüşür.”

“Hak teâlâdan başka herneye gönül verseniz, herneye tapınsanız, hepsinin zıddı, mukâbili vardır. Bunların hepsi de, Hakkın kudreti ve irâdesi altındadır. Şerîki, nazîri, misli, zıddı, mukâbili olmayan, yegâne hâkim, ancak Hak teâlâdır ve ancak Onun mukâbili bâtıldır, yanlışdır ve varlığı mümkin olmıyan bir yoklukdur.”

Büyük islâm âlimi seyyid Abdülhakîm efendi, mükemmel arabî, fârisî konuşduğu hâlde, “Yabancı dil bilseydim, bütün dünyâya fâideli olurdum” derdi. Avrupa dillerini bilmediği için esef eder, çok üzülürdü. “İslâm dîninin üstünlüklerini, râhat ve huzûr kaynağı olduğunu ve medeniyyete, fende ve ahlâkda ilerlemeğe ışık tutduğunu dünyâya bildirmek için, kısacası, islâmiyyete ve bütün insanlara hizmet için, yabancı dil öğrenmek muhakkak lâzımdır” derdi.

Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullahi aleyh”, vefâtına yakın, “İstanbul câmi’lerinde, otuz sene, yalnız Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında yazılı olan îmânı, ya’nî Ehl-i sünnet i’tikâdını ve islâmın güzel ahlâkını anlatmağa çalışdım. Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan, Onlar da, Resûlullahdan öğrendiler.” demişdir.

Büyük Islâm âlimi, 14. cü hicrî asrın müceddidi, Seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi aleyh” İstanbulun çeşidli câmi’lerindeki va’zlarında ve Medreset-ül-mütehassısîndeki ve Vefâ lisesindeki derslerinde ve husûsî sohbetlerinde, “Temiz ve yeni elbise giyiniz! Mevkı’ ve hürmet sâhibi olan kimseler gibi giyininiz! Halâl olan elbiseleri ve yemekleri ve şerbetleri lüzûmu kadar kullanınız! Gitdiğiniz yerlerde ahlâkınızla, sözlerinizle islâmın vekarını, kıymetini gösterdiğiniz gibi, giyinmenizle de saygı ve ilgi toplayınız! Çeşidli, lezzetli yemeklerle ve tatlı, soğuk şerbetlerle bedeninizi, nefislerinizi râhat ve hoş tutunuz!” buyururdu.

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin yazmış olduğu bazı eserler şunlardır;

(Ecdâd-ı Peygamberî) risâlesi,
(Mevlid-i şerîf) risâlesi,
(Sahâbe-i kirâm) risâlesi,
(Nemâz) risâlesi, (Er-rıyâd-ut-tasavvufiyye) kitâbı,
(Sefer-i âhıret) risâlesi,
(Küfr ve kebâir) risâlesi,
(Râbıta-i şerîfe) risâlesi,
(İslâm Hukûku) isimli eseri,
(Keşkül) kitâbı,
Arabî, Farisî ve Türkçe şiirleri,
Risale büyüklüğünde müteaddid mektubları vardır. Bunlardan birkaç tanesini aşağıda bildiriyoruz. (Mektubları okumak için aşağıdaki linklere tıklayınız.)

Bir Üniversiteliye Cevâb
Adalet, Akıl, İman, Kazâ ve Kader
Tefsîr Kitâbları, Hadîs-i Şerîfler